O yaz hem denize
girelim hem de değişik bir yer görelim farklı bir kültür tanıyalım diye düşünerek güneş, deniz, tarih ve muhteşem yemeklerle dolu bir tatil için Rodos’a
gitmeye karar verdik. Sıcaktan fazla
etkilenmemek için de Haziranın 2. haftasında Rodos adasında olacak şekilde
bir seyahat planladık. Marmaris’ten
feribotla yaklaşık 50 dakikalık bir yolculuk
yaparak Rodos adasına vardık. Gümrük işlemlerimizden sonra bir arkadaşımızın kalmamız için tavsiye ettiği otele taksiyle yaklaşık 5 dakikada ulaştık. Otelimiz
Anastasia gayet mütevazi bahçe içinde 2 katlı, otele dönüştürülmüş eski bir ada
eviydi.
Rodos adası, Ege Denizi‘nde bulunan Oniki Adaların en büyüğü olup konumunun stratejik
öneme sahip olmasından dolayı yüzyıllar boyunca savaşlara ve kuşatmalara sahne
olmuş ve tarih boyunca birçok medeniyeti barındırmış. Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa
edilmiş kalesi ve Orta Çağ‘dan kalma yerleşimi UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde.
Adaya özel bir çok efsane mevut. Bunlardan birisi şöyle,
Yunanlı şair Pindaros‘a göre, Zeus yeryüzünü tanrılar arasında paylaştırmaya
karar vermiş, paylaşmak için tanrılar aralarında kura çekmiş. Ancak güneş tanrısı
Helios, dünyanın etrafındaki günlük gezintisinde olduğundan, bu anı kaçırmış ve
kendi payına düşen toprak parçasını alamamış. Zeus adil olmak isteyerek,
tekrardan bir paylaşım yapmak istemiş ancak Helios, bunu ertesi Gün güneş doğarken
denizden çıkan adanın kendisine ait olacağını
söyleyerek reddetmiş. Ertesi gün şafak söktüğünde, Helios denizin köpüklerinden
doğan çok güzel yemyeşil bir adayı
seçmiş, tüm ışığıyla adayı yıkamış ve ona çok sevdiği su perisinin adını vermiş.
Bundan sonra ada güneşin adası olarak anılmış. Yılın 300 günü güneş alan adanın
güneşin adası olarak anılmasından daha doğal bir şey de olamaz sanırım.
Rodos şehiri,
dört bölgeden oluşuyor. Hâlâ surlarla kaplı olan Eski Şehir, modern Yeni Şehir,
antik şehrin kalıntılarını barındıran Akropolis ve yeni şehirin doğu yakasında
kalan Liman bölgeleri. Rodos’a ilk gelenleri karşılayan limandaki iki heykelcik
oluyor. Limanın iki ayrı ucunda bulunan bronz geyik heykeller Rodos’un sembolü
olarak kabul ediliyor. Bizim otelimiz yeni şehirde ancak eski şehrin
surlarına çok yakın bir konumda yer alıyordu. Otelimize yerleştikten sonra eski
şehire gitmek için sabırsızlanarak hemen yollara düştük.. Yavaş tempoyla
yürüyerek yaklaşık 10-15 dakikada eski şehirin
surlarına ulaştık. Eski şehre vardığımızda akşam üstü saat 4 gibiydi mevsim
için mükemmel bir zaman dilimi diyebilirim hava sıcak değil, güneş ışıkları yakmıyor,
gezmek, keşfetmek için ideal bir saat yani.
İşte bu otantik dar
sokaklar ve kalenin içerisinde bulunan cami, kilise gibi eski yapılar ile geleneksel dükkanlar, turistlerin
uğrak yeri. Özellikle Hipokrat çeşmesinin dört bir yanı, kafeler ve barlarla
dolu oldukça kalabalık ve canlı. Hipokrat meydanına inen Sokrates sokağının
üzerindeki Osmanlı hakimiyetini simgeleyen Kanuni Sultan Süleyman Cami 1523’te
yapılmış, pembe renkli cephesi ile Rodos’un en görkemli camisi. Bu Camii’nin
karşısında bulunan Fethi Paşa Kütüphanesi de Osmanlı’dan kalan en değerli
eserlerden birisi. Burada 1794 yılında kurulmuş olan Osmanlı kitaplığı 15. ve
16. yüzyıldan kalma nadir el yazması Kuran-ı Kerim ile Araplara ve Perslere ait
yazmalar bulunuyor. Ayrıca yine bu
kütüphanede ilk fizik, cebir ve astroloji kitaplarıda yer alıyor.
Grand Masters
Sarayı (Castelo), “Eski Şehir”in en yüksek bölgesinde bulunuyor. Şövalyeler
Dönemi’nden kalma en önemli eserlerden birisi.. Saray, günümüzde müze olarak
halka açık ve salonlarında Rodos’un antik ve ortaçağ devirlerine ait arkeolojik
eserler de yer almakta.
Eski Rodos’un en
ünlü ve en çok ziyaret edilen yeri Şövalyeler Sokağı ise Liman ile Grand
Masters Sarayı (Büyük Üstadlar Sarayı) arasında yer alıyor, sokakta 14.
yüzyılda Gotik üslupta yapılan binalar, şövalyelerin bir araya geldikleri ve
konaklama yaptıkları yerler mevcut.
Bir zamanlar
şövalyelerin gezdiği bu sokaklarda şimdi alışveriş yapmak için pek çok dükkan
mevcut .Şövalye bibloları, takılar, Rodos amblemli hediyelik eşyalar, tekstil
ürünleri yani kısacası size Rodos yolculuğunu hatırlatacak bir çok objeyi
burada bulabilirsiniz…
Rodos’tayken akşam
yemeklerimizi genellikle eski şehirde taverna da denilen restoranlarda yedik.. Özellikle bize gitmemiz tavsiye
edilen Romios restorandan çok memnun kaldık. Bu restoran Old Town 15 Sofokleous Street üzerinde yer
alıyor. Eski caminin yanından geçilerek
gidiliyor. (Caminin yanından geçerken içeriye bir göz atma imkanı buldum
ve namaz kılmak için saf tutmuş 3 kişiyi görebildim. Cami ibadete açık ve
kullanılıyordu.) Yemekler, sunumlar, servis ve dekorasyon çok güzel. Yalnız her
daim çok kalabalık bir restoran, biz şansımıza hep boş masa bulabildik ama
rezervasyon yaptırarak gitmek belki daha doğru olabilir Deniz ürünleri, mezeler
ve zeytinyağlılar genelde çok lezzetli..
Yemek sonrası kahve likörü veya küçük tatlı ikramları da mevcut.. Rodos mutfağı
Türk mutfağına çok benziyor yemekler genelde damak tadımıza çok uygun. Rodos’taki
restoranların genelinde Yunan mutfağının geleneksel tatları ve taze deniz ürünleri
mevcut. Adayı gezerken yerel yemekleri tatmanızı şiddetle tavsiye ederim. Bizim
musakkaya benzeyen moussakayı, (malum patlıcanlı bir yemek), tzatzikiyi cacıkide
deniyor, (bizim cacığa benziyor susuz olanı,) saganakiyi (Yağda kızartılmış
Yunanlıların meşhur feta peyniri ile yapılan bir meze), Greek Saladı ( taze yerel
ürünler ile hazırlanan yanında biraz zeytin ve beyaz peynir ile servis
edilen bizim çoban salatasının daha irice doğranmışı) deneyebilirsiniz. Bizim
rakıya benzeyen Uzo ve metaxa ise en tercih edilen içecekler. Hepsi çok güzel lezzetler. Bizim
türk kahvesi de rodosta yunan kahvesi
olarak sunuluyor. Bazı akşamlar otelimize yakın olan yeni şehir kısmında da
yemek yedik. Burada da güzel restoranlar mevcut.
Komşuya gidip de
bir komşu kahvesi içmeden gelinmez..Frappe (soğuk kahve) genelde tüm
Yunanistan’da bolca içiliyor.
Adadaki bir günümüzde ise araba kiralayarak rodos plajlarını keşfe
koyulduk. İlk durağımız adanın doğusunda yer alan beyaz evleri, dar sokakları
tepede bulunan kalesi ve manzarası ile görülmeye değer Lindos yerleşimiydi.
Sabah erkenden köye varmamıza rağmen köy o saatte bile oldukça kalabalıktı.
Tepedeki meydanda, elişi ve sanat eserleri satan küçük dükkanlar, kafeler ve teraslarındaki
panoramik manzaranın güzelliğiyle insanı
baştan çıkaran restoranlar mevcut. . Köyün merkezinde, Panagias
Kilisesi, en tepesinde ise Lindos
Akropolis yer alır. Akropolis’in zirvesinde de Lindos Athena
Tapınağı var.. Akropolis’e ve Kale’ye ulaşmak için seçeneklerden bir
tanesi eşekler sırtında yolculuk yapmak. Biz hava çok sıcak olduğu için Kalesine
çıkamadık. Köyü gezdikten sonra plajda vakit geçirmeyi tercih ettik. Deniz ve
plajın çok güzel olduğunu söylemeliyim. Plajda çok sevimli restoranlar da
mevcut. Özellikle deniz ürünlerini oldukça lezzetli yapıyorlar. Simi usulü
karides, ızgara ahtapotu
deneyebilirsiniz. Lindostan sonra yolumuz üzerinde yer alan plajlardan “Stegna
Beach” ve “Antony Quinn Koyu” (Ladiko
Koyu)’ na uğradık. Antony Quinn Koyu Turkuaz rengindeki berrak denizi, taşlık
ve kayalık doğa örtüsü ile gerçekten etkileyici...Anthony Quinn’in başrolünde
oynadığı “The Guns of Navorone” filminin bazı sahneleri burada çekilmiş koy bu
nedenle de Anthony Quinn koyu olarak isimlendirilmiş. Stegna beach de sakinliği
ve güzel kumsalı ile küçük bir yerleşim yeri.
Bu rodos
seyahatimizde adanın diğer kesimlerine
gitme imkanı bulamadık ama tekrar gelmeyi umut ederek adaya veda ettik.
EMİNE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder